Socialisme ou Barbarie’ye Mektup – Anton Pannekoek

Sayın Yoldaş Chaulieu,

Yoldaş B’ye okumam için bana vermesi için Socialisme ou Barbarie‘nin on bir sayısını verdiğiniz için teşekkür ederim. Ne kadar anlaştığımızı ortaya çıkardıkları için onları (her ne kadar henüz bitirememiş olsam da) büyük ilgiyle okudum. Sizler de muhtemelen benim Les Conseils ouvriers (İşçi Konseyleri) kitabımı okurken benzer şeyler düşünmüşsünüzdür. Yıllarca bu fikirleri açıklayan az sayıdaki sosyalistin artmadığını düşünmüştüm; kitap neredeyse tüm sosyalist basın tarafından görmezden gelindi ve suskunlukla karşılandı (geçenlerdeki, ILP’nin Socialist Leader‘ı hariç). Dolayısıyla aynı fikirlere bağımsız bir yoldan varan bir grubu tanımak benim için memnun ediciydi. Sizin “üreticilerin kendileri üretimi düzenleyecektir” diye belirttiğiniz işçilerin emeklerine tamamen hakim olmaları durumunu, ben de “atölyelerin düzenlenmesi” ve “toplumsal örgütlenme” kısımlarında açıklamıştım. Sizlerin “sovyet organizmaları” olarak adlandırdığınız, işçilerin tartışmaları için kullanacakları organizmalar, bizim “conseils ouvriers,” “arbeiterräte,” “workers councils.” (işçi konseyleri) dediklerimizle aynıdırlar.

Şüphesiz farklılıklar var. Onları, incelemenizdeki tartışmaya katkı sağlayan bir yazı yazdığımı düşünerek ele alacağım. Siz bu organizmaların rolünü, işçiler iktidarı ele aldıktan sonra, üretimi düzenlemek olarak kısıtlarken biz onları işçilerin iktidarı fethedeceği araçlar olarak da görüyoruz. İktidarın fethinde proleter devrimin önderliğini eline alacak bir “devrimci partiyle” ilgilenmiyoruz. Bu “devrimci parti” stratejisi troçkist bir bir kavramdır ve (1930lar’dan beri) partinin faaliyetlerinde hayal kırıklığına uğrayan birçok eski Komünist Parti partizanın desteğini bulmuştur. Bizim muhalefet ve eleştirilerimiz Rus Devrimi’nin ilk yıllarına kadar gider ve Lenin’in oportünizme dönüşüne yönelik ortaya çıkmışlardır. Biz troçkist yola hiç girmedik: asla onun etkisi altında kalmadık. Troçki’yi bolşevizm’in en etkili hatibi olarak görüyoruz ve Lenin’in ardılı o olması gerekirdi. Ancak Rusya’da doğmakta olan kapitalizmi farkettikten sonra dikkatimizi esas olarak işçilerin en gelişmiş kapitalizmi gerçek komünizme (kelimenin tam anlamıyla) dönüştürmek zorunda olacakları batıdaki büyük sermayenin ülkelerine çevirdik. Troçki, devrimci coşkusuyla stalinizmin komünist partilerden attığı tüm muhalifleri büyülemiş ve onlara Bolşevizm virüsünü aşılayarak onları neredeyse proleter devrimin büyük ve yeni görevlerini anlamaktan aciz hale getirmiştir.

Rus Devrimi ve fikirleri hala insanların üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğundan onun temel karakterini daha ayrıntılı şekilde incelemek gerekir. Birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse, işçi sınıfı tarafından yapılmış olsa da sonuncu burjuva devrimiydi. “Burjuva devrimi”, feodalizmi yok eden ve sanayileşmenin yolunu açan ve bunun tüm toplumsal sonuçlarını doğuran bir devrim anlamına gelir. Dolayısıyla, Rus Devrimi, 1647 İngiliz Devrimi ile 1789 Fransız Devrimi ve ardılları 1830, 1848, 1871 devrimleriyle aynı çizgidedir. Bu devrimler sırasında zanaatkârlar, köylüler ve işçiler eski rejimi yıkmak için gereken kitlesel gücü sağlamışlardır. Daha sonra, gelecekteki egemen sınıfı oluşturan, zengin tabakaları temsil eden adamların komiteleri ile siyasi partileri ön plana çıktı ve hükümet gücünü kontrol altına aldı. Bu gayet doğal bir sonuçtu çünkü işçi sınıfı daha kendi kendini yönetecek kadar olgun değildi. İşçilerin sömürüldüğü bu yeni biçimdeki sınıflı toplumda, böyle bir egemen sınıfın, memurlar ve politikacılardan oluşan bir azınlık hükümetine ihtiyacı vardı. Daha yakın bir döneme baktığımızda, Rus Devrimi bir proleter devrimi gibi görünüyordu; işçiler grevleri ve kitlesel eylemleriyle devrimin yaratıcıları olmuşlardı. Bununla birlikte, Bolşevik Parti daha sonra yavaş yavaş iktidarı ele geçirmeyi başardı (işçi sınıfı köylü nüfus içinde küçük bir azınlıktı). Böylece Rus Devrimi’nin burjuva karakteri (terimin en geniş anlamıyla) baskın hale geldi ve devlet kapitalizmi biçimini aldı. O zamandan bu yana, dünyadaki ideolojik ve manevi etkisi nedeniyle Rus Devrimi, işçileri özgürleştiren ve onları üretim aygıtının efendileri haline getiren proleter devrimin tam tersi haline gelmiştir.

Bizim için Rus Devrimi’nin görkemli mirası, 1905 ve 1917’deki ilk patlamalarında, tüm dünya işçilerine özerk devrimci eylemlerinin örgütsel biçimini, yani sovyetleri geliştiren ve gösteren ilk devrimci hareket olmasından kaynaklanmaktadır. Daha sonra Almanya’da daha küçük ölçekte doğrulanan bu deneyimden, işçi sınıfına uygun olan ve kendi kurtuluşunu kazanmak için uygulaması gereken kitlesel eylem biçimleri hakkındaki fikirlerimizi oluşturduk.

Komünist Parti iktidarı ele geçirdiğinde ortaya çıkan gelenekler, fikirler ve yöntemler bunun tam karşıtıdır. Doğru proleter eylemin önünde sadece engel teşkil eden bu fikirler, Troçki’nin propagandasının özünü ve temelini oluşturuyordu.

Vardığımız sonuç, “sovyetler” ya da “işçi konseyleri” terimleriyle ifade edilen özerk örgütlenme biçimlerinin, iktidarın fethine olduğu kadar, bu fetihten sonra üretken emeğin yönlendirilmesine de hizmet etmesi gerektiğidir. Bunun ilk nedeni, işçilerin toplum üzerindeki iktidarının başka bir yolla, örneğin devrimci parti denilen şeyle, elde edilemeyecek olmasıdır; ikinci nedeni ise, daha sonra üretim için gerekli olacak bu sovyetlerin ancak iktidar için sınıf mücadelesi yoluyla oluşturulabilecek olmasıdır.

Bence bu kavramda “devrimci liderlik” sorununun “çelişkiler düğümü” ortadan kalkıyor. Zira çelişkilerin kaynağı, kendi kaderini yöneten bir sınıfın gücü ve özgürlüğü ile küçük bir grup ya da parti tarafından oluşturulan bir liderliğe itaat etme zorunluluğunun bağdaştırılmasının imkansızlığıdır. Peki böyle bir zorunluluk sürdürülebilir mi? Bu, Marx’ın en çok alıntılanan fikriyle, yani işçilerin kurtuluşunun bizzat işçilerin görevi olacağı fikriyle açıkça çelişmektedir. Dahası, proleter devrim basit bir isyanla ya da merkezi bir komuta tarafından yönetilen askeri bir harekatla karşılaştırılamayacağı gibi, örneğin burjuvazinin iktidara yükselişinin bir kesitinden başka bir şey olmayan büyük Fransız Devrimi’ne benzer bir mücadele dönemiyle de karşılaştırılamaz. Proleter devrim çok daha geniş ve derindir; halk kitlelerinin kendi varlıklarının ve karakterlerinin bilincine varmasıdır. Bu basit bir sarsıntı olmayacaktır; insanlık tarihinin, işçi sınıfının kendi yeteneklerini ve potansiyelini, kendi hedeflerini ve mücadele araçlarını keşfetmek ve gerçekleştirmek zorunda kalacağı bütün bir döneminin içeriğini oluşturacaktır. Les Conseils Ouvriers adlı kitabımın “İşçi Devrimi” başlıklı bölümünde bu devrimin bazı yönlerini detaylandırmaya çalıştım. Elbette, tüm bunlar yalnızca eylem halindeki çeşitli güçleri ve bunların ilişkilerini ön plana çıkarmak için kullanılabilecek soyut bir şema sağlıyor.

Şimdi şunu sormanız mümkün: Bu yönelim kapsamında bir parti ya da grup hangi amaca hizmet eder ve görevleri nelerdir? Grubumuzun devrimci eylemlerinde emekçi kitlelere komuta etmeyi başaramayacağından emin olabiliriz: bizim dışımızda kendilerini devrimci olarak adlandıran, ancak programları ve fikirleri farklı olan yarım düzine veya daha fazla grup ya da parti var ve büyük Sosyalist Parti ile karşılaştırıldığında bunlar azınlıklardan başka bir şey değil. Derginizin 10. sayısındaki tartışma kapsamında, görevimizin esasen teorik olduğu doğru bir şekilde ortaya konmuştur: çalışma ve tartışma yoluyla işçi sınıfı için en iyi eylem yolunu bulmak ve göstermek. Bununla birlikte, buna dayalı eğitim yalnızca bir grubun ya da partinin üyelerine değil, işçi sınıfının kitlelerine yönelik olmalıdır. Fabrika toplantılarında ve konseylerinde en iyi eylem biçimine karar vermek onlara kalacaktır. Ancak mümkün olan en iyi şekilde karar verebilmeleri için, mümkün olan en fazla sayıda insandan gelen iyi düşünülmüş tavsiyelerle aydınlatılmaları gerekir. Sonuç olarak, işçi sınıfının özerk eyleminin sosyalist devrimin temel biçimi olduğunu ilan eden bir grup, birincil görevinin, örneğin toplumdaki önemli değişiklikleri ve işçilerin gelecekteki üretken emek de dahil olmak üzere tüm eylemlerinde kendilerine önderlik etmeleri gerektiğini açıklayarak işçilerin fikirlerini netleştirecek popüler broşürler aracılığıyla işçilerle konuşmak olduğunu düşünecektir.

Burada, derlemenizde yayınlanan çok ilginç tartışmaların okunmasıyla ortaya çıkan bazı düşünceler var. Ayrıca, sosyalizm olmadan işçi sınıfının esrarengiz sorununun büyük bir bölümüne açıklık getiren “Amerikalı işçi” ve Doğu Almanya’daki işçi sınıfı hakkındaki öğretici makalelerden ne kadar memnun olduğumu belirtmek isterim. Umarım grubunuz derginin daha fazla sayısını yayınlama şansına sahip olur.

Bu mektubu İngilizce yazdığım için beni mazur görün; Fransızca kendimi yeterince ifade etmekte zorlanıyorum.

Saygılarımla,

Ant. Pannekoek

8 Kasım 1953

Kaynak

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın