Bolşevizm ve Stalinizm – Paul Mattick Sr.

Paul Mattick’in, Troçki tarafından kaleme alınan Stalin biyografisine 1947’de yazdığı incelemesi.

Troçki’nin Stalin biyografisinin[1] sözde amacı, “bu türden bir kişiliğin nasıl oluştuğunu ve böyle olağanüstü bir rol üstlenme hakkını gasp ederek nasıl iktidara geldiğini” göstermektir. Ancak kitabın asıl amacı, Troçki’nin geçici olarak işgal ettiği iktidar konumunu neden kaybettiğini ve neden Stalin’in değil de kendisinin adının Lenin’in adından sonra gelmesi gerektiğini göstermektir. Lenin’in ölümünden önce daima “Lenin ve Troçki” vardı; Stalin’in adı her zaman önde gelen Bolşevikler listesinin ya yakınında ya da sonunda yer alıyordu. Hatta bir keresinde Lenin kendi imzasını Troçki’ninkinden sonra ikinci sıraya koymayı bile önermişti. Kısacası kitap, Troçki’nin neden “Lenin’in doğal ardılı olduğu” görüşünde olduğunu açıklamaya yarıyor ve aslında hem Stalin’in hem de Troçki’nin biyografisi niteliğinde.

Elbette tüm başlangıçlar küçüktür ve Lenin ve Troçki’nin bolşevizmi, tıpkı Hitler’in 1933’teki kahverengi terörünün İkinci Dünya Savaşı nazizminden farklı olduğu kadar, günümüz stalinizminden farklıdır. Stalinizmin cephaneliğinde Lenin ve Troçki’nin cephaneliğinde bulunmayan hiçbir şey olmadığı, Troçki’nin daha önceki yazılarıyla da kanıtlanmaktadır.[2] Örneğin Troçki de Stalin gibi zorunlu çalışma sistemini bir “sosyalist ilke” olarak ortaya koymuştur. O da “hiçbir ciddi sosyalistin, emek gücünü kullanmayı reddeden işçiyi çalıştırma hakkını İşçi Devletinden esirgemeyeceğine” inanıyordu. Eşitsizliğin “sosyalist karakterini” vurgulamak için çırpınan Troçki’ydi, çünkü onun dediği gibi, “genel çıkar için diğerlerinden daha fazla çabalayan işçiler, tembellere, dikkatsizlere ve düzensizlere kıyasla toplumsal üründen daha fazla pay alma hakkına sahiptir.” Ona göre “üretim alanında rekabetin gelişmesine yardımcı olmak” için her şey yapılmalıdır.

Elbette tüm bunlar “dönüşüm döneminin” “sosyalist ilkesi” olarak düşünülmüştü. Tam sosyalizasyonun önündeki nesnel güçlükler tarafından dikte ediliyordu. Parti diktatörlüğünü, burjuva devlet tarafından şu ya da bu şekilde tanınmış olan faaliyet özgürlüklerinin bile ortadan kaldırılmasına yol açana kadar güçlendirme arzusu değil ihtiyacı söz konusuydu. Ancak, Stalin de ihtiyaç bahanesini öne sürebilir.

Troçki, stalinizme karşı, parti içi mücadelelerdeki bir rakibe duyduğu kişisel hoşnutsuzluktan başka argümanlar bulmak için, Stalin olmasaydı Rusya’da ve başka yerlerde her şeyin farklı olacağı iddiasını desteklemek üzere, kendisi ile Stalin ve Stalin ile Lenin arasındaki siyasi farklılıkları keşfetmeli ve inşa etmelidir.

Lenin ve Stalin arasında herhangi bir “teorik” farklılık olamazdı, çünkü Stalin’in adını taşıyan tek teorik çalışma Lenin tarafından ilham edildi ve denetlendi. Ayrıca Stalin’in “doğası” merkezi parti makinesini arzuluyorsa, onun için mükemmel makineyi inşa eden Lenin’di, dolayısıyla bu konuda da hiçbir farklılık ortaya çıkamazdı. Hatta, Lenin aktif olduğu sürece, Stalin “İki Numaralı Bolşevik” için ne kadar sorunlu olursa olsun, kendisi için hiçbir sorun teşkil etmiyordu.

Yine de Troçki’nin “Sovyet Thermidoru”nu açıklayabilmesi için leninizm ile stalinizm arasında bir fark olması gerekir, tabii ki böyle bir Thermidor varsa. Bu noktada, Troçki bunun ne zaman gerçekleştiğine dair çeşitli fikirler ileri sürmüştür, ancak Stalin biyografisinde, bunun “bürokrasinin artan ayrıcalıkları” ile ilgili olduğu şeklindeki basit bir ifade lehine zaman sorununu görmezden gelir. Ancak bu bizi, Lenin ve Troçki’nin devlet bürokrasisini yaratmak ve ayrıcalıklarını arttırarak verimliliğini yükseltmekle meşgul oldukları bolşevik diktatörlüğünün erken dönemine geri götürmektedir.

İktidar İçin Rakipler

Amansız makam mücadelesinin ancak Lenin’in ölümünden sonra açığa çıkması, Sovyet Thermidoru’ndan başka bir şeye işaret etmektedir. Bu basitçe, o zamana kadar bolşevik devletin hem Rus kitlelerini hem de uluslararası burjuvaziyi belli bir dereceye kadar göz ardı edebilecek güce sahip olduğunu ya da bu konumda olduğunu gösterir. Gelişmekte olan bürokrasi, Rusya’nın kalıcı olarak kendilerine ait olduğundan emin olmaya başladı; Devrimin meyveleri için mücadele daha genel ve daha ciddi bir aşamaya girdi.

Bu mücadeledeki tüm hasımlar, “işçiler” ve “köylüler” arasındaki çözülmemiş iç sürtüşmeler, ülkenin bir bütün olarak ekonomik ve teknolojik geri kalmışlığı ve dışarıdan sürekli saldırı tehlikesi nedeniyle diktatörlüğün gerekliliğini vurguladı. Ancak bu diktatörlük ortamında her türlü argüman ortaya atılabilir. Gelişmekte olan egemen sınıf arasındaki güç mücadelesi, köylülerin çıkarları lehinde ya da aleyhinde, fabrika konseylerinin sınırlandırılması lehinde ya da aleyhinde, uluslararası alanda saldırgan bir politika lehinde ya da aleyhinde siyaset önerilerinde kendini ifade ediyordu. Köylülüğün değerlendirilmesi, bürokrasi ve devrim arasındaki ilişki, parti kuşakları sorunu vb. konularında kulağa hoş gelen teoriler ortaya atıldı ve bunlar Troçki-Stalin arasındaki “Sürekli Devrim” ve “Tek Ülkede Sosyalizm” teorileri üzerine tartışmada doruk noktasına ulaştı.

Tartışmacıların kendi söylemlerine inanmış olmaları oldukça mümkün; yine de teorik farklılıklarına rağmen, somut bir durum karşısında harekete geçtiklerinde hepsi aynı şekilde davranmıştır: Kendi ihtiyaçlarına uygun olması için, doğal olarak aynı şeyleri farklı terimlerle ifade ettiler. Troçki cepheye -aslında tüm cephelere- koştuğunda, yalnızca anavatanı savunur. Ancak Stalin “cepheden etkilenir, çünkü burada ilk kez tüm idari makinelerin en gelişmişiyle, askeri makineyle çalışabilir”, bu arada Troçki tüm övgüyü üstlenir. Eğer Troçki disiplini savunursa, “demir elini” gösterir; eğer Stalin aynı şeyi yaparsa, “ağır bir el” ile uğraşır.

Eğer Troçki’nin Kronstadt İsyanı’nı kanlı bir şekilde bastırması “trajik bir gereklilik” idiyse, Stalin’in Gürcistan bağımsızlık hareketini bastırması da “kendi halkının ulus olarak haklarını çiğneyen büyük Rus Milliyetçisi” tarzındadır. Bunun tersi de geçerlidir: Troçki’nin önerileri Stalin’in yandaşları tarafından yanlış ve karşı-devrimci olarak adlandırılır; Stalin’in himayesi altında gerçekleştirildiklerinde ise büyük liderin bilgeliğinin bir başka kanıtı haline gelirler.

Bolşevizmi ve daha dar anlamıyla stalinizmi anlamak için stalinistler ve troçkistler arasındaki yüzeysel ve çoğu zaman aptalca tartışmaları takip etmek yeterli değildir. Sonuçta Rus Devrimi Bolşevik Parti’den çok daha fazlasını kapsamaktadır. Hatta örgütlü siyasi gruplar tarafından değil, askeri yenilginin ardından zaten istikrarsız olan ekonomik sistemin çöküşüne karşı kitlelerin kendiliğinden tepkileriyle başlatılmıştır. Şubat ayaklanmaları, pazar yerlerindeki açlık isyanları, fabrikalardaki protesto grevleri ve askerlerin isyancılarla kendiliğinden dayanışma ilan etmesiyle ‘başladı”. Ancak modern tarihteki tüm kendiliğinden hareketlere örgütlü güçler eşlik etmiştir. Çarlığın çöküşü yaklaşır yaklaşmaz, örgütler direktifleri ve belirli siyasi hedefleriyle ön plana çıktı.

Devrimden önce Lenin kendiliğindenlikten ziyade örgütlenmeyi vurguladıysa, bunun nedeni kendiliğinden hareketlere geri bir karakter veren geri kalmış Rus koşullarıydı. Siyasi olarak ilerlemiş gruplar bile yalnızca sınırlı programlar sunuyordu. Sanayi işçileri, kapitalizmin daha ileri olduğu ülkelerdeki işçilerin yararlandıklarına benzer kapitalist reformlar istiyordu. Küçük burjuvazi ve kapitalist sınıfın önemli katmanları Batılı bir burjuva demokrasisi istiyordu. Köylüler kapitalist bir tarımda toprak sahibi olmak istiyordu. Çarlık Rusya’sı için ilerici olsa da, bu talepler burjuva devriminin özünü oluşturuyordu.

Yeni liberal Şubat Hükümeti savaşı sürdürmeye çalıştı. Ancak kitlelerin isyan ettiği şey savaş koşullarıydı. O zamanki Rus ortamında ve mevcut emperyalist güç ilişkileri içinde vaat edilen tüm reformlar boş sözler olarak kalmaya mahkumdu; kendiliğinden hareketleri hükümetin istediği yollara yönlendirmenin hiçbir yolu yoktu. Yeni ayaklanmalarda Bolşevikler ikinci bir devrim yoluyla değil, hükümetin zorla değiştirilmesiyle iktidara geldiler. İktidarın bu şekilde ele geçirilmesi, huzursuz kitlelerin mevcut hükümete gösterdikleri ilgisizlik sayesinde kolaylaştı. Ekim darbesi, Lenin’in dediği gibi, “bir tüyü kaldırmaktan daha kolaydı”. Nihai zafer “pratikte hükmen kazanılmıştı … Tek bir alay bile Rus demokrasisini savunmak için ayağa kalkmadı … Yeryüzünün altıda birini kapsayan bir imparatorluk üzerindeki üstün güç mücadelesi, iki başkentte olduğu kadar taşrada da her iki tarafın şaşırtıcı derecede küçük güçleri arasında karara bağlandı.”

Bolşevikler reform yapmak için eski koşulları geri getirmeye çalışmadılar, ama kavramsal olarak geri kalmış kendiliğinden hareketlerin somut sonuçlarından yana olduklarını ilan ettiler: savaşın sona ermesi, işçilerin sanayiyi kontrol etmesi, egemen sınıfların mülksüzleştirilmesi ve toprağın bölünmesi. Ve böylece iktidarda kaldılar.

Rus kitlelerinin devrim öncesi talepleri iki nedenden ötürü geri kalmıştı: belli başlı kapitalist uluslarda uzun süredir gerçekleştirilmişlerdi ve mevcut dünya koşulları göz önüne alındığında artık gerçekleştirilemezlerdi. Dünya kapitalizminin yoğunlaşma ve merkezileşme sürecinin neredeyse her yerde burjuva demokrasisinin gerilemesine yol açtığı bir dönemde, Rusya’da bunu yeniden başlatmak artık mümkün değildi. Eğer laissez faire demokrasi söz konusu değilse, sermaye-emek ilişkilerinde genellikle sosyal mevzuat ve sendikalizmle ilgili olan tüm reformlar da söz konusu değildi. Kapitalist tarım da feodal mülklerin parçalanmasının ve kapitalist pazar için üretimin ötesine geçerek tarımın sanayileşmesine ve bunun sonucunda sermayenin yoğunlaşma sürecine dahil olmasına yol açmıştı.

Bolşevikler ve Kitlesel Kendiliğindenlik

Bolşevikler Devrim’in sorumluluğunu üstlenmediler. Kendiliğinden gelişen hareketlere tüm övgüyü verdiler. Elbette, Rusya’nın Bolşevik Parti’yi de içeren önceki tarihinin örgütsüz kitlelere bir tür muğlak devrimci bilinç kazandırdığı gerçeğinin altını çizdiler ve onların önderliği olmasaydı Devrimin gidişatının farklı olacağını ve büyük olasılıkla bir karşı devrime yol açacağını iddia etmekten geri kalmadılar.”Bolşevikler iktidarı ele geçirmemiş olsalardı,” diye yazar Troçki, “Roma’ya Yürüyüş’den beş yıl önce dünya faşizmin Rusça adını öğrenmiş olacaktı.”

Ancak geleneksel güçlerin karşı-devrim girişimleri, kendiliğinden gelişen hareketlerin bilinçli bir şekilde yönlendirilmesi nedeniyle değil, Lenin’in “durumu doğru bir şekilde değerlendiren keskin gözleri” nedeniyle de değil, bu hareketlerin kendi rotalarından saptırılamaması nedeniyle başarısız oldu. Eğer bu terim kullanılmak isteniyorsa, 1917 Rusya’sında olası olan “karşı-devrim”, Devrimin kendisine içkin olandı, yani Bolşevikler’e işçilerin üretim araçlarından kapitalist bir şekilde koparılmasını ve bunun sonucunda Rusya’nın rekabet halindeki emperyalist bir güç olarak restorasyonunu sürdürmek için merkezden yönetilen bir toplumsal düzeni yeniden kurma fırsatı sunmasıydı.

Devrim boyunca, isyan eden kitlelerin ve Bolşevikler’in çıkarları kayda değer ölçüde birleşti. Geçici birleşmenin ötesinde, Bolşevikler’in toplumsallaştırıcı kavramları ile kendiliğinden hareketlerin sonuçları arasında derin bir birlik de vardı. Sosyalizm için fazla “geri” ama aynı zamanda liberal kapitalizm için fazla “ileri” olan Devrim, ancak Bolşevikler’in sosyalizmin ön koşulu olarak gördükleri kapitalizmin o tutarlı biçimiyle, yani Devlet-kapitalizmiyle sonuçlanabilirdi.

Kendilerini kontrol edemedikleri kendiliğinden hareketle özdeşleştiren Bolşevikler, bu hareket kendi acil hedeflerini gerçekleştirmek için kendini tüketir tüketmez, onun üzerinde kontrol sahibi oldular. Farklı bölgelerde farklı şekilde ulaşılan bu tür pek çok hedef vardı. Köylülüğün çeşitli katmanları farklı ihtiyaç ve arzuları tatmin ediyor ya da edemiyordu. Ancak onların çıkarlarının proletaryanınkilerle gerçek bir bağlantısı yoktu. İşçi sınıfının kendisi de çeşitli özel ihtiyaçları ve genel planları olan çeşitli gruplara bölünmüştü. Küçük burjuvazinin çözmesi gereken başka sorunlar vardı. Kısacası, Çarlık ve savaş koşullarına karşı kendiliğinden bir birlik vardı, ancak acil hedefler ve gelecekteki politika konusunda bir birlik yoktu. Bolşevikler’in bu toplumsal bölünmeyi kendi iktidarlarını inşa etmek için kullanmaları çok zor olmadı ve sonunda toplumun bütününden daha güçlü hale geldi çünkü hiçbir zaman toplumun bütünüyle karşı karşıya gelmedi.

Devrim içinde kendilerini ortaya koyan diğer gruplar gibi Bolşevikler de kendi özel amaçlarını elde etmek için çabaladılar: hükümetin kontrolü. Bu hedef, diğerlerinin ulaşmak istediklerinden daha ileri bir noktadaydı. Hiç bitmeyen bir mücadeleyi, iktidar mevkilerinin sürekli kazanılmasını ve yeniden kazanılmasını içeriyordu. Köylü grupları toprakları bölüştükten sonra yerlerine yerleşti, işçiler fabrikalara ücretli işçi olarak döndü, askerler sonsuza kadar kırlarda dolaşamayacakları için köylü ve işçi yaşamına geri döndü, ancak Bolşevikler için mücadele ancak Devrimin başarısıyla gerçekten başladı. Tüm hükümetler gibi Bolşevik rejimi de mevcut tüm toplumsal katmanların kendi otoritesine boyun eğmesini gerektirir. Tüm gücü ve kontrolü yavaş yavaş kendi ellerinde merkezileştiren Bolşevikler, kısa sürede politikaları dikte edebilecek duruma geldiler. Rusya bir kez daha özel bir sınıfın -yeni ortaya çıkan Devlet-kapitalizmi sistemindeki ayrıcalıklı sınıfın- çıkarları doğrultusunda tamamen örgütlenmiş oldu.

Parti “Makinesi”

Tüm bunların stalinizm ve “Thermidor” ile hiçbir ilgisi olmayıp, Lenin ve Troçki’nin iktidara geldikleri günden itibaren izledikleri politikayı temsil etmektedir. Troçki, 1918’de Altıncı Sovyetler Kongresi’ne sunduğu raporda, “Tüm Sovyet işçileri, yönetimimizin merkezileştirildiğini ve yukarıdan verilen tüm emirlerin nihai olması gerektiğini anlamadı. … Henüz anlamamış olan Sovyet işçilerine karşı acımasız olacağız; onları uzaklaştıracağız, saflarımızdan atacağız, baskılarla çekip alacağız.” Troçki şimdi bu sözlerin, savaş faaliyetini düzgün bir şekilde koordine etmeyen Stalin’e yönelik olduğunu iddia ediyor ve biz de ona inanmaya hazırız. Ancak bu sözler, Sovyet hiyerarşisinde “ikinci sınıf” bile olmayan ancak hiçbir dereceye de sahip olmayan herkesi ne kadar daha doğrudan hedef almış olmalıdır. Troçki’nin aktardığı gibi, “hareket halindeki sınıflar ile parti makinelerinin çıkarları arasında keskin bir bölünme zaten vardı. Olağanüstü devrimci eğitimden yararlanan Bolşevik Parti kadroları bile, monarşinin devrildiği günün hemen ertesinde, kitleleri göz ardı etmeye ve kendi özel çıkarlarını makinenin çıkarlarıyla özdeşleştirmeye kesinlikle meyilliydiler.”

Troçki, elbette, bu durumun ima getirdiği tehlikelerin Lenin’in dikkati ve “kitleleri Partiden daha devrimci, Partiyi de makinesinden daha devrimci” kılan nesnel koşullar sayesinde önlendiğini savunur. Ama makinenin başında Lenin vardı. Troçki, Devrim’den önce bile Parti Merkez Komitesi’nin “neredeyse düzenli olarak işlediğini ve tamamen Lenin’in elinde olduğunu” belirtiyor. Devrimden sonra bu daha da arttı. 1918 baharında “demokratik merkeziyetçilik” ideali daha da geriledi, çünkü hem hükümet hem de Parti içindeki güç Lenin’in ile onunla açıkça ters düşmeyen ve onun isteklerini yerine getiren Bolşevik liderlerin elinde yoğunlaştı.” Bürokrasi yine de ilerleme kaydettiğinden, ortaya çıkan stalinist makine Lenin’in bir dikkatsizliğinin sonucu olmalıydı.

Bir yandan makinenin yöneticisi ile makine arasında, diğer yandan da makine ile kitleler arasında ayrım yapmak, yalnızca kitlelerin ve onun en tepedeki liderinin gerçekten devrimci olduğunu ve hem Lenin’in hem de devrimci kitlelerin daha sonra, deyim yerindeyse, kendini bağımsız kılan Stalin’in makinesi tarafından ihanete uğradığını ima eder. Troçki kendi siyasi çıkarlarını karşılamak için bu tür ayrımlara ihtiyaç duysa da bunların gerçekte hiçbir temeli yoktur. Ölümüne kadar -Bolşevikler için burjuva politikacıların zaman zaman denk bütçe için yaptıkları haçlı seferlerine eşdeğer olan bürokratikleşmenin tehlikelerine karşı ara sıra yaptığı açıklamaları göz ardı edersek- Lenin bir kez bile Bolşevik Parti makinesine ve onun liderliğine, yani kendisine karşı çıkmadı. Hangi politikaya karar verilirse verilsin, makinenin dümeninde kendisi olduğu sürece Lenin’in onayını aldı; ve bu makamda öldü.

Lenin’in “demokratik” fikirleri efsanedir. Elbette Lenin dönemindeki devlet kapitalizmi Stalin dönemindeki devlet kapitalizminden farklıydı çünkü Lenin’in kendi devletini inşa etme çabası sayesinde Stalin’in diktatörlük yetkileri daha fazlaydı. Lenin’in yönetiminin Stalin’inkinden daha az terörize edici olduğu tartışmalıdır. Stalin gibi Lenin de tüm kurbanlarını “karşı-devrimci” başlığı altında sınıflandırdı. Her iki rejim altında işkence gören ve öldürülenlerin istatistiklerini karşılaştırmadan, Lenin ve Troçki yönetimindeki Bolşevik rejimin, zorunlu kolektivizasyon ve köle-işçi kampları gibi Stalinist uygulamaları temel bir ekonomik ve siyasi politika olarak uygulayacak kadar güçlü olmadığını kabul edeceğiz. Lenin ve Troçki’yi güya Yeni Ekonomi Politikası’na, yani özel mülkiyet çıkarlarına taviz vermeye ve “demokrasiye” daha fazla sözde hizmet etmeye zorlayan şey tasarlanmış değil, zayıflıktı.

Lenin’in iktidarının ilk dönemlerinde Bolşeviklerin Sosyal Devrimciler gibi Bolşevik olmayan örgütlere “hoşgörü” göstermesi, Troçki’nin iddia ettiği gibi Lenin’in “demokratik” eğilimlerinden değil, Bolşevik olmayan tüm örgütleri bir anda yok edememesinden kaynaklanıyordu. Lenin’in bolşevizminin totaliter özellikleri, kontrol ve polis gücünün artmasıyla aynı oranda birikiyordu. Troçki’nin iddia ettiği gibi, Bolşevik olmayan tüm işçi örgütlerinin “karşı-devrimci” faaliyetleri tarafından Bolşeviklere dayatılmış olmaları, elbette çeşitli uyumsuz örgütlerin ezilmesinden sonra daha da artmalarını açıklayamaz. Lenin’in Komünist Enternasyonal’in Rusya dışındaki örgütlerinde totaliter ilkelerin uygulanması konusundaki ısrarını da açıklayamaz.

Troçki, Stalinizmin Savunucusu

Lenin’in diktatörlüğü için Bolşevik olmayan örgütleri tamamen suçlayamayan Troçki, “SSCB’nin mevcut totaliter rejiminin … bolşevizmin çirkin doğasından kaynaklandığını kanıtlamaya çalışan teorisyenlere”, “yöneticilerin çoğunun, hatırı sayılır bir tabakanın, komuta etmeye alışması ve emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğilmesini talep etmesi nedeniyle Sovyet Hükümeti üzerinde silinmez bir etki bırakan” İç Savaş yıllarını unuttuklarını söyler. “Stalin de” diye devam eder, “daha sonra kişisel diktatörlüğünü kurmasına yardımcı olan tüm grupla birlikte, İç Savaş’ın ortamı ve koşulları tarafından şekillendirilmiştir”. Ancak İç Savaş uluslararası burjuvazi tarafından başlatılmıştı. Böylece bolşevizmin Lenin ve Stalin dönemindeki çirkin yanları, başlıca ve nihai nedenini kapitalizmin bolşevizme olan düşmanlığında bulur; bolşevizm bir canavarsa bile, sadece kendini savunmak için öldüren ve işkence eden gönülsüz bir canavardır.

Ve böylece, dolambaçlı bir şekilde de olsa, Troçki’nin bolşevizmi, Stalin’e karşı nefretle dolu olmasına rağmen, sonunda Troçki için mümkün olan tek kendini savunma olarak sadece stalinizmin savunulmasına yol açar. Bu, stalinizm ile troçkizm arasındaki ideolojik farklılıkların yüzeyselliğini açıklamaktadır. Lenin’e saldırmadan Stalin’e saldırmanın imkansızlığı, Troçki’nin bir muhalif olarak yaşadığı büyük zorlukları açıklamaya yardımcı olur. Troçki’nin kendi geçmişi ve teorileri, onun stalinizmin solunda bir hareket başlatmasını engellemiş ve “troçkizmi” başarısız Bolşevikler için sadece bir toplama kurumu olarak kalmaya mahkum etmiştir. Böylece, sözde “komünist” dünya hareketi içindeki güç ve pozisyonlar için bitmek bilmeyen rekabetçi mücadeleler nedeniyle Rusya dışında kendini sürdürebilirdi. Ancak bir dizi politikacının yerine bir başkasının geçmesinden başka sunabileceği bir şey olmadığı için önem kazanamadı. Troçkistlerin İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya’yı savunması, Stalin’in en sert ama aynı zamanda en sadık muhalefetinin önceki tüm politikalarıyla tutarlıydı.

Troçki’nin stalinizm savunusu, İç Savaş’ın Bolşevikler’i nasıl işçi sınıfının hizmetkarlarından efendilerine dönüştürdüğünü göstermekten ibaret değildir. “Üretim araçlarının ve toprağın kamulaştırılmasını korumanın bürokrasinin ölüm kalım yasası” olduğu gibi daha önemli bir gerçeğe işaret eder. Bu, “en korkunç bürokratik çarpıtmalara rağmen, SSCB’nin sınıf temelinin proleter kalmaya devam ettiği” anlamına gelmektedir. Stalin -fark ediyoruz ki-  bir süre için Troçki’yi endişelendirmişti. 1921’de Lenin, Yeni Ekonomi Politikası’nın yalnızca bir “taktik” mi yoksa bir “evrim” mi olduğu meselesinden tedirgin olmuştu. NEP özel-kapitalist eğilimleri serbest bıraktığı için, Troçki büyüyen Stalinist bürokraside “burjuva restorasyonunun ilk aşamasından başka hiçbir şey” görmüyordu. Ancak endişeleri yersizdi; “eşitliğe ve çok derin toplumsal farklılaşmaların tesis edilmesine karşı mücadele, şimdiye kadar kitlelerin sosyalist bilincini ya da devrimin temel toplumsal kazanımları olan üretim araçlarının ve toprağın ulusallaştırılmasını ortadan kaldıramadı”. Elbette Stalin’in bununla hiçbir ilgisi yoktu, çünkü “Rus Thermidor’u, eğer bu yönetimin tüm dünyada modasının geçtiği kanıtlanmamış olsaydı, kuşkusuz yeni bir burjuva yönetimi çağı açacaktı.”

Sonuç: Devlet Kapitalizmi

Troçki’nin bu son ifadesiyle tartışılan meselenin özüne yaklaşıyoruz. Daha önce 1917 devriminin somut sonuçlarının ne sosyalist ne de burjuva olduğunu, devlet kapitalisti olduğunu söylemiştik. Troçki’nin düşüncesi, Stalin’in ekonominin devlet-kapitalist niteliğini burjuva ekonomisi lehine yok edeceği yönündeydi. Thermidor bu olacaktı. Burjuva ekonomisinin tüm dünyada çürümesi Stalin’in bunu gerçekleştirmesini engelledi. Yapabildiği tek şey, Lenin ve Troçki tarafından var edilmiş olan topluma kendi kişisel diktatörlüğünün çirkin özelliklerini sokmak oldu. Bu şekilde ve Stalin’in hala Kremlin’i işgal etmesine rağmen, troçkizm stalinizme karşı galip gelmiştir.

Her şey devlet-kapitalizminin sosyalizmle özdeşleştirilmesine bağlıdır. Troçki’nin bazı öğrencileri son zamanlarda bu denklemi kurmaya devam etmeyi imkânsız bulsa da Troçki buna bağlıydı çünkü bu denklem leninizmin ve daha geniş anlamda, leninizmin yalnızca daha gerçekçi bir parçası olduğu sosyal-demokrat dünya hareketinin hem başlangıcı hem de sonudur. Gerçekçi, tabii ki Rusya’ya ilişkin olarak. Bu hareketin “işçi devleti”nden anladığı şey, parti tarafından yönetilen bir hükümettir; “sosyalizm”den kastedilen ise üretim araçlarının kamulaştırılmasıdır. Hükümetin siyasi kontrolüne ekonomi üzerindeki kontrol de eklenince, tüm toplum üzerindeki totaliter yönetim tam anlamıyla ortaya çıkar. Hükümet totaliter yönetimini, toplumsal hiyerarşiyi koruyan ve kendisi de hiyerarşik bir kurum olan parti aracılığıyla güvence altına alır.

Bu “sosyalizm” fikri artık gözden düşme sürecindedir, ancak bunun tek nedeni Rusya’daki deneyim ve diğer ülkelerdeki daha az kapsamlı olsa da benzer deneyimlerdir. 1914 öncesinde, barışçıl ya da şiddet yoluyla, iktidarın ele geçirilmesiyle kastedilen hükümet mekanizmasının ele geçirilmesi, belirli bir yönetici ve kanun koyucu grubunun yerine başka bir grubun getirilmesiydi. Ekonomik olarak, kapitalist piyasanın “anarşisi” yerini devletin kontrolü altında planlı bir üretime bırakacaktı. Sosyalist devlet doğası gereği “adil” bir devlet olacağından, demokratik süreçler yoluyla kitleler tarafından kontrol edileceğinden, kararlarının sosyalist ideallere ters düşmesini beklemek için hiçbir neden yoktu. Bu teori, işçi sınıfının bir bölümünü az ya da çok güçlü partiler halinde örgütlemek için yeterliydi.

Sosyalizm teorisi, herkesin çıkarına olacak merkezi bir ekonomik planlama talebine indirgeniyordu. Sermaye birikiminin doğasında var olan merkezileşme süreci sosyalistvari bir eğilim olarak görülüyordu. Devlet mekanizması içinde “emeğin” artan etkisi sosyalizm yönünde atılmış bir adım olarak selamlandı. Ama aslında sermayenin merkezileşme süreci, onun kendi kendini toplumsal mülkiyete dönüştürmesinden başka bir şeye işaret ediyordu. Bu süreç, laissez faire ekonomisinin yıkılmasıyla ve dolayısıyla ekonominin düzenleyicisi olarak geleneksel iş döngüsünün sona ermesiyle özdeşti. Yirminci yüzyılın başlamasıyla birlikte kapitalizmin karakteri değişti. O andan itibaren kendisini, piyasanın ‘otomatik’ işleyişiyle çözülemeyen kalıcı kriz koşulları altında buldu. Tekelci düzenlemeler, devlet müdahaleleri, ulusal politikalar krizin yükünü dünya ekonomisinde kapitalist açıdan güçsüz olanlara kaydırdı. Tüm “ekonomik” politikalar emperyalist politikalara dönüştü ve iki kez dünya çapında çatışmalarla sonuçlandı.

Bu durumda, çökmüş bir siyasi ve ekonomik sistemi yeniden inşa etmek, onu bu yeni koşullara uyarlamak anlamına geliyordu. Bolşevik sosyalizasyon teorisi bu ihtiyacı hayranlık uyandırıcı bir şekilde karşılıyordu. Rusya’nın ulusal gücünü yeniden tesis etmek için, Batı uluslarında yalnızca evrimsel bir süreç olan şeyi radikal bir şekilde yapmak gerekiyordu. O zaman bile Rus ekonomisi ile Batılı güçlerin ekonomisi arasındaki farkın kapanması zaman alacaktı. Bu arada sosyalist hareketin ideolojisi de koruma görevi gördü. Bolşevizmin sosyalist kökeni, onu Rusya’nın devlet-kapitalist yeniden inşası için özellikle uygun hale getirmişti. Partiyi iyi işleyen bir kurum haline getiren örgütsel ilkeleri, ülkede de düzeni yeniden tesis edecekti.

Bolşevikler elbette Rusya’da inşa ettikleri şeyin sosyalizm değilse bile en azından sosyalizmden sonraki en iyi şey olduğuna inanıyorlardı, çünkü Batı uluslarında hala sadece ana gelişme eğilimi olan süreci tamamlıyorlardı. Piyasa ekonomisini ortadan kaldırmış ve burjuvaziyi mülksüzleştirmişlerdi; ayrıca hükümet üzerinde tam kontrol sağlamışlardı. Ancak Rus işçiler için hiçbir şey değişmemişti; karşılarında sadece başka bir patronlar, politikacılar ve telkinciler grubu vardı. Onların konumu, savaş dönemlerinde tüm kapitalist ülkelerdeki işçilerin konumuna eşitti. Devlet-kapitalizmi bir savaş ekonomisidir ve Rusya dışındaki tüm ekonomik sistemler kendilerini savaş ekonomilerine, modern kapitalizmin emperyalist ihtiyaçlarına uygun devlet-kapitalist sistemlerine dönüştürmüştür. Diğer uluslar Rus devlet kapitalizminin tüm yeniliklerini değil, sadece kendi özel ihtiyaçlarına en uygun olanları kopyaladı. İkinci Dünya Savaşı, devlet kapitalizminin dünya çapında daha da gelişmesine yol açtı. Çeşitli ulusların özellikleri ve dünya gücü çerçevesindeki özel durumları, devlet kapitalizmine doğru çok çeşitli gelişim süreçleri sağladı.

Devlet kapitalizmi ve faşizmin her yerde aynı şekilde gelişmemiş ve gelişmiyor olması, Troçki’ye Bolşevizm, faşizm ve kapitalizm arasındaki temel farkın yalın ve basit olduğu argümanını sağladı. Bu argüman zorunlu olarak toplumsal gelişmenin yüzeyselliğini vurgulamaktadır. Tüm temel yönleriyle bu üç sistem aynıdır ve yalnızca aynı gelişmenin farklı aşamalarını temsil etmektedir -hükümeti ve onu destekleyen ayrıcalıklı toplumsal katmanları güvence altına almak ve bu hükümetlerin savaşa hazırlanarak, savaş yürüterek ve savaştan kazanç sağlayarak günümüzün uluslararası ekonomisine katılmalarını sağlamak için nüfus kitlelerinin diktatör hükümetler tarafından az ya da çok otoriter bir şekilde manipüle edilmesini amaçlayan bir gelişme.

Troçki kendisinin, Bolşevizm’de “faşist” bir dünya ekonomisine doğru dünya çapındaki eğilimin bir yönünü tanımasına izin veremezdi. 1940 gibi geç bir tarihte, Bolşevizmin 1917 Rusya’sında faşizmin yükselişini engellediği görüşünü savunuyordu. Ancak Lenin ve Troçki’nin Rusya’da engelledikleri tek şeyin, Rusya’nın “faşist” yeniden inşası için Marksist olmayan bir ideolojinin kullanılması olduğu uzun zamandır açık olmalıydı. Bolşevizmin marksist ideolojisi yalnızca devlet-kapitalist amaçlara hizmet ettiği için, o da gözden düşmüştür. Kapitalist sömürü sisteminin ötesini gören herhangi bir bakış açısından, stalinizm ve troçkizm geçmişin kalıntılarıdır.

Notlar

1. Stalin. Adamın ve etkisinin değerlendirilmesi. Charles Malamuth tarafından Rusçadan düzenlenmiş ve çevrilmiştir. Kitabın ilk yedi bölümünü ve ekini, yani büyük kısmını, Troçki kendisi yazdı ve revize etti. Notlar, alıntılar, belgeler ve diğer ham materyallerden oluşan son dört bölüm düzenlendi.

2. Örneğin bkz. L. Troçki’nin “Diktatörlük Demokrasiye Karşı”sı.

Kaynak

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın